Figüranın Akademide Hayatta Kalma Rehberi 6

En Son Güncellenen Seriyi Okuyun Figüranın Akademide Hayatta Kalma Rehberi 6 at Athena Fansub . Serilerimiz Figüranın Akademide Hayatta Kalma Rehberi Bu Sitede Yer Almaktadır Athena Fansub Diğer Serilerimize Bakmayı Athena Fansub Diğer Serilerimiz Seri Listesi Bölümündedir.

Figüranın Akademide Hayatta Kalma Rehberi Bölüm 6

 

Çevirmen: Efe Philip

 

Okul Başlamadan 6 Gün Önce (2)

 

*-*-*-*-*-*

 

Silvenia Akademisi, Acken Adasının batısında yer alan lüks konaklama alanları ile meşhurdu. Kıyıya en yakın olan o bina kayalıkların üzerindeydi.

 

Burası adanın güneybatısında yer alan ve çeşitli imkanlar barındıran gelişmiş bölgeden oldukça uzaktı. 

 

Her ne kadar kraliyet üyeleri akademik açıdan ayrıcalık görmese de yaşam tarzları ve kaldıkları evler bakımından oldukça farklı bir seviyedeydiler.

 

Bu yüzden, sırf Prenses Penia’nın kalması için özel bir konut inşaa edilmişti.

 

Normal öğrencilerin bahçesine girmeye izni olmadığı ihtişamlı malikane oldukça genişti. Bu akademi sınırlarında kraliyet üyelerine gösterilen ayrıcalığa dair bir örnekti.

 

“Akademi lojmanına kıyasla oldukça farklı.” diye belirtti Prenses Penia.

 

Güneş ufuğun ötesine yolculuğuna başladığı sıra camdan dışarı baktı. Sonu olmayan okyanus onu karşıladı.

 

Nazik dalgaların sesi, pencere eşiğinden prensesin odasına yayıldı.

 

Masasında oturmuş haldeyken Prenses Penia, güneşin batışını izliyordu. Yüksek kaliteli odundan yapılmış masası özenli desenlerle doluydu. Boyutu Akademi Müdürü Obel’inkinden bile daha büyüktü.

 

Kraliyet öğrencilerinin hayatlarındaki bütün unsurlar aşırıya kaçacak şekilde varlıklarını yansıtmalıydı. Ancak böyle normal öğrencilerden ayrılabilirlerdi.

 

Prenses Penia düzenli soğuk sarısı saçlarını sol omzunun arkasına attı.

 

Büyü tarihi ve elementler üzerine çalışmalara dair kitaplarını açsa da kalemini kısa bir süre sonra masanın üzerine bıraktı.

 

“…”

 

Prenses derin düşüncelere dalmıştı.

 

Sınıf Belirleme Sınavında, Lucy Mayreel’in getirdiği altın bilye şüphesiz ki Merilda’nın Koruyucu Ağacı’nın içerisinde gördüğüydü.

 

Bir şeyin farkına varmıştı.

 

Bilye kendine özgü bir görünüme sahip olsa da neredeyse algılanamayacak kadar zayıf büyü gücü dışında herhangi dikkat çeken bir özelliği yoktu.

 

Prenses Penia’nın ilk bakışta bilye hakkında düşündükleri doğrulanmıştı.

 

Bilye, sıradışı görünüşü ve az miktarda büyü gücü dışında normal bir taştan fazlası değildi.

 

Fakat kilit nokta, ‘büyü gücü’ içeriyor olmasıydı. 

 

“Hiç fena değil Bayan Lucy.” 

 

Prenses Penia, Usta Büyücü Glockt tarafından belirlenen bir usta büyücünün üç temel özelliği üzerine düşünmeye başladı.

 

  1. Büyü yeteneği

 

  1. Hızlı ve etkili muhakeme yeteneği

 

  1. Keşfetme tutkusu

 

Sınavın ‘ilk gelen alır’ mantığıyla yürütüldüğünü düşünen öğrenciler, etkili karar veremedikleri için puan kaybetmişlerdi.

 

Derece yapanlar, getirdikleri bilyelerdeki büyü gücü düşünülerek büyü enerjisine olan hassaslıkları bakımından sıralanmışlardı. 

Büyü gücü ne kadar azsa hissetmesi de o kadar zor oldurdu.

 

Sınavı düşünen Prenses Penia, bilyelerin farklı miktarlarda büyü gücü içerdiklerini hatırladı.

 

Fakat bu miktarlardaki fark o kadar azdı ki bütün dikkatini vermeseydi fark etmesi oldukça zorlaşırdı.

 

Daha az büyü gücü içeren ne kadar çok bilye getirdilerse büyü hassaslığı kategorisinden o kadar puan almışlardı.

 

Ve Lucy Mayreel’in uyandığı gibi öylesine bulduğu altın bilye…

 

“Merilda’nın Koruyucu Ağacı, kuzey bölgesindeki ormanın en eski ağacıdır. Yüksek seviye bir rüzgar ruhu olan Merilda tarafından korunan bu ağacın etrafında sürekli olarak bol büyü gücü bulunur.” Profesör Glast, kurukafayı andıran yüzü ile podyumdan bunları anlatmıştı.

 

“Büyü gücü kaynayan çok sınırlı bir bölgeye olabilecek en az miktarda büyü gücü içeren bir bilye yerleştirdim. Burası gölün ortasındaki kayalık bir ada olduğundan, büyü gücünü hissedemeyenlerin şansa bilyeyi bulmaları neredeyse imkansızdı.” 

 

Büyü gücü hissetmek göründüğü kadar kolay değildi.

 

Kalabalık bir ortamda koku duyusunun yanıltıcı olması gibi cisimlere özgü büyü gücünün başka büyü enerjileri ile karışması veya kamufle olması işi oldukça zorlaştırıyordu.

 

Lucy Mayreel, büyü hassasiyetini limitlerine kadar zorlayabilmesine yarayan doğuştan bir yeteneğe sahipti. 

 

Ayrıca bu yetmezmiş gibi, Profesör Glast’ın asıl amacını başından beri anlamamış numarası yaparak sonuçların açıklandığı sırada uykuya dalmıştı.

 

Akademi bölgesine sadece altın bilye ile dönmesi bunu kanıtlıyordu.

 

Lucy Mayreel, başından beri herkesten bir adım ilerideydi.

 

“Hmm, anlıyorum…”

 

Prenses Penia daha önce Lucy Mayreel’in adını duymuş olmasa da yaşıtları arasında sıkça bahsi geçen biri olduğunu anlamakta güçlük çekmemişti.

 

“Tembel Lucy.”

 

Lucy sıklıkla bankların, ağaç kütüklerinin ve hatta çimlerin üzerine kıvrılmış bir şekilde uyuklarken görülebilirdi.

 

Geçmişi hakkında pek bir bilgi olmasa da söylenenlere göre büyü hassasiyetini inanılmaz derecelere çıkarabilen akılalmaz bir dahiydi.

 

Çokça özenilen bir yetenek olsa da doğuştan gelen bir avantaj olduğu açıktı.

 

Fakat bilyenin yerini bilen tek o değildi.

 

“O ağaç aynı zamanda ‘Merilda’nın Koruyucu Ağacı’ olarak da biliniyor. Gövdesine göz atmak size beklenmedik kazançlar getirebilir.” demişti Ed Rothstaylor.

 

Prenses Penia bu durumdan oldukça rahatsız oldu.

 

Bu, onun da bilyenin yerini bildiğini gösteriyordu. Şans eseri elde ettiği bir bilgi olmadığı da açıktı.

 

Bolca büyü gücü yayan Merilda’nın Koruyucu Ağacı içerisine yerleştirilmiş az miktarda büyü gücü içeren o bilyenin, tüm bunların üzerine gölün ortasındaki kayalık bir adada olduğu düşünülünce öylesine denk gelmiş olmasına imkan yoktu.

 

Bundan dolayı tek bir sonuca varılabilirdi. Ed Rothstaylor, Lucy Mayreel ile eşit derecede büyü hassasiyetine sahipti.

 

“Bırak beni! Kim olduğumu bilmiyor musun ha?! Ben Ed Rothstaylor, Rothstaylor ailesinin ikinci oğluyum! Çek ellerini üzerimden domuz herif! Nereye dokunduğunu sanıyorsun be?!”

 

“Gerçekten de Taylee gibi bir eziğin seviyesine ineceğimi mi sanıyorsunuz? Bırak dedim sana bırak! Sizi aşağılık laf anlamaz avamlardan ibaretsiniz! Ağzınızdan çıkanları kulağınız duyuyor mu ha?!”

 

“Ha? P-prenses? İyilik Prensesi Penia? Ç-çok özür dilerim, sizin huzurunuzda olduğumu anlayamadım.”

 

“Özür dilerim! Prenses lütfen! Bakın kafama böyle böyle vurarak kendimi cezalandırıyorum! Yalvarırım merhamet gösterin!”

 

“Prenses! Taylee gibi böcekleri savunarak soylu ve saygıdeğer adınızı lekeliyorsunuz. Lütfen onu cezalandırın!”

 

“Yok, olamaz.”

 

Prenses Penia kafasını sallayarak aklına gelenlere inanamadı.

 

Kendini bildi bileli başkalarını inceliyor, onların kişiliklerine dair fikir sahibi oluyordu.

 

Giriş sınavında Ed Rothstaylor sergilediği yüz kızartıcı davranışlar, herhangi birinin bile anlayacağı üzere, kaçacak yeri kalmamış birinin çaresizlik dolu çırpıntılarıydı. 

 

Duyduğuna göre büyü yetenekleri hiç de övünülecek seviyede değildi. Aslında, övünecek bir şeyi olmamasına rağmen sahip olduğu kibiri neye borçlu olduğu büyük bir gizemdi. Belki de Rothstaylor ailesinin özgün teknikleri sayesindeydi.

 

Bunlar bir kenara, eğer gerçekten de sıradışı bir yeteneğe sahip olsaydı Profesör Glast onu öylece bırakmazdı.

 

Profesörün saklı cevherleri bulmak gibi bir takıntısı vardı. Durmaksızın öğrencileri arasında gizli yetenekler bulmaya çalışır, kendilerini geliştirmelerine yardımcı olurdu.

 

Profesörün Ed Rothstaylor’ın yeteneklerini fark etmemiş olması düşünülemezdi bile.

 

Yine de Prenses Penia rahat edemedi.

 

“Gerçekten de aynı kişi miydi?”

 

Kendini aklamış veya yaptıklarından pişman gibi görünmüyordu. Dahası, Ed Rothstaylor’ın ormandaki kendine hakim tavırları vardı bir de…

 

İğrenç tutumu, güçlüye karşı olan hayranlığı ve zayıfa karşı olan zalimliğinden eser yoktu. İlk başta blöf yaptığını sanmıştı ama davranışları fikrini değiştirmişti.

 

 O Ed Rothstaylor, karşısında duran öfkeli prensesin gazabındansa önündeki ateşin sönmesinden endişeleniyor gibiydi.

 

Kamp ateşinin yanı sıra oturmuş halde çubuğu elinde yanan odunları ile ilgileniyordu. Bakışlarını bir kere olsun prensese çevirmemişti.

 

Hissettiği huzursuzluk onu içeriden kemiriyordu.

 

Bu huzursuzluğun sebebi, belki de Ed Rothstaylor yerine farklı biri ile konuşmuş olmasıydı.

 

Fakat kibirli bir soylu olarak giriş sınavında sergilediği davranışlar hiç şüphesiz gerçekti.

 

“Çok köklü bir değişime uğramış olabilir mi?”

 

Değişmesi için en makul zaman evlatlıktan reddedildikten sonraydı.

 

Yine de, şöyle bir düşününce, bu da pek olası değildi.

 

Ne de olsa Ed Rothstaylor’ın evlatlıktan reddedilmesinin sebebi Prenses Penia’ydı.

 

Bu durumda, prensese kin beslemesi veya af dilenmesi gerekirdi. İkisinden birini yapmış olsaydı prenses bu huzursuzlukla boğuşuyor olmazdı.

 

Fakat karşılaştığı Ed Rothstaylor’ın gözlerinde herhangi bir kırgınlık yoktu.

 

O gözler…

 

Umursamazlık, ilgisizlik taşıyordu.

 

Tiksinç olmayan tavırları da vardı tabii.

 

İçi oldukça rahat gibi duruyordu.

 

Yakın zamanda soylu statüsünden mahrum bırakılmış birinin gözlerinde bu tür duyguları görmek… Prenses bunu pek de olası bulmadı.

 

“Yoksa… Yaşadıkları gerçekten de onu etkilemiyor olabilir mi?”

 

Olamaz, şeklinde düşünerek başını salladı prenses. Ed Rothstaylor bütün hayatı boyunca Rothstaylor ailesinin bir üyesi olarak yaşadı. Ne kadar aklı başında ve kendine hakim olursa olsun aşina olduğu lüks hayattan koparılmak onu etkilemiş olmalıydı.

 

“Hmm…”

 

Prenses Penia, büyü kitabını kapatırken derin düşüncelere daldı.

 

***

 

Rothstaylorlar nasıl bir aileydi?

 

Akla ilk gelen kişi, prensesin de kraliyet ziyafetinde karşılaştığı, Krepin Rothstaylor’dı.

 

Kusursuz giyinişi ve içten gülüşü ile etrafa zarafet yayan kusursuz bir soyluydu.

 

Fakat bu, genç prensesin kendi bakış açısı ile gördüklerinden ibaretti.

 

Sahip olduğu tanrı vergisi ‘bilge gözleri’ sayesinde kişilerin kalplerine göz atabiliyordu. Bu gözler daha farklı bir şeyi açığa çıkarmıştı.

 

İyilik dolu soylu maskesi altında Krepin Rothstaylor anlatması zor bir şey barındıyordu. Tiksinç simsiyah bir yılan misali kalbinin derinliklerine sürünen bir şey.

 

Arada sırada kraliyet ziyafetlerinden ayrılan Krepin Rothstaylor’ın belli belirsiz kararan yüzü prensesin dikkatinden kaçmamıştı.

 

O, masum bir soylu rolü oynayan cani birisiydi. Prenses Penia uzun zamandır onun hakkında bu tür görüşlere sahipti.

 

Bu aileyi gizliden gizliye inceleyen özel birlikler bile vardı. Bu sakladıkları sırların varlığını kanıtlar nitelikteydi.

 

Yıllık Kraliyet Hazinesi toplantılarında, bazı hazinelerin ara sıra kaybolduğu ve daha sonradan gizemli bir şekilde ortaya çıktığına dair söylentiler dolaşıyordu.

 

Aile malikanesindeki bir çalışanın da kaybolduğuna dair bir söylenti de vardı.

 

Dahası, Krepin Rothstaylor’ın ‘Yıkım Tanrısı’ üzerine bazı kitapları araştırdığı düşünülüyordu.

 

Şüpheli bir şeylerin döndüğü açıktı.

 

Fakat bu varsayımları doğrulamak için yeterli kanıt yoktu.

 

“…”

 

Prenses Penia’nın ani bir şekilde yazı yazmayı bıraktı.

 

Bilge gözleri bir kere olsun onu yarı yolda bırakmamıştı.

 

Olanlar ne kadar garip görünse de eğer altıncı hissi tedirginliği bir şeylerin kesinlikle yanlış gittiğine dair bir belirtiydi.

 

Fakat, bu bir varsayımdan ötesi değildi.

 

Her ne kadar altıncı hissi bunu fark etmiş olsa da Rothstaylor ailesinin kara sırları hala açığa çıkmamıştı.

 

Peki, ya Ed Rothstaylor kendini bu karanlıktan kurtarmak çaba sarf ediyorsa?

 

Bu evlatlıktan reddedilmesine rağmen sahip olduğu sakin tavırları açıklardı.

 

Yine de soylu statüsünden kurtulmak o kadar da kolay değildi. Şüphe uyandırmadan evlatlıktan reddedilmek için itibarının yerle bir olmalısı gerekirdi.

 

“…”

 

Prenses Penia bir şey fark etmiş olacak ki yüz ifadesi gergin bir hal aldı.

 

Dahası, eğer bu varsayımı doğruysa…

 

“Bırak beni! Kim olduğumu bilmiyor musun ha?! Ben Ed Rothstaylor, Rothstaylor ailesinin ikinci oğluyum! Çek ellerini üzerimden domuz herif! Nereye dokunduğunu sanıyorsun be?!”

 

“Gerçekten de Taylee gibi bir eziğin seviyesine ineceğimi mi sanıyorsunuz? Bırak dedim sana bırak! Sizi aşağılık laf anlamaz avamlardan ibaretsiniz! Ağzınızdan çıkanları kulağınız duyuyor mu ha?!”

 

O zaman, tiksinç davranışları ve kalbindeki o karanlık… Hepsi bir oyundan ibaretti.

 

Bu da, onun sahip olduğu yeteneğin bilge gözleri bile kandırabilecek kadar güçlü olduğu anlamına geliyordu.

 

Veya daha başka bir deyişle, o usta bir manipülatördü ve krallığın prensesini bile kendi emellerine alet etmişti. 

 

“Başından beri… Rol mü yapıyordu..?”

 

Prenses öfkeyle kafasını salladı. Böyle bir şeyin doğru olmasına imkan yoktu.

 

Yine de Ed Rothstaylor’daki değişiklik prensesin kafasını karıştırmaya devam ediyordu.

 

Eğer gerçekten şahit oldukları bir oyundan ibaretse…

 

Eğer o Rothstaylor ailesinin kara sırları hakkında bilgi sahibiyse…

 

Eğer o karanlık ile olan bağlarını koparmak için prensesi kullandıysa…

 

Eğer bütün bunlar onun planıysa ve başından beri herkesi parmaklarında oynatıyorduysa…

 

Eğer bütün bunlar gerçekten de doğruysa…

 

Bam!

 

“Bütün bunları düşünmek bile çok yorucu.”

 

Prenses masadan kalktı.

 

Pencereye ilerlediğinde gümüş sarısı saçlarını okşayan deniz meltemi onu karşıladı.

 

Bu sayede biraz olsun rahatlayabilmişti.

 

“Ders programıma ve akademik çalışmalara ağırlık vermeliyim. Krallığın sorunları ile kendimi yormanın zamanı değil.”

 

Krallığın hükümdarı olan babası, her şeyden önce öğrenmenin zevkini tadını çıkarması için onu teşvik ederdi. Kraliyet statüsünün beraberinde getirdiği sorumluluklardan ve sıkı kurallardan kurtulmak için geldiği Silvenia Akademisinde bilginin peşinden koşmak istiyordu.

 

Şimdilik bu düşünceleri bırakmalıydı.

 

Politika, soylular arası iktidarlık mücadeleleri, toplum refahı ve uluslararası diploması içerisinde geçen bir hayat…

 

Prenses Penia bütün bunlardan bıkmaya başlamıştı.

 

Belki de çoktandır yorulmuştu böyle şeylere.

 

Fiziksel olarak, daha reşit olmamış saf genç bir kızdı. Buna rağmen ruhu erken yaşlanmışçasına bitap düşmüştü.

 

Dahası, hayatının bu döneminde başkalarındansa kendine odaklanması gerekirdi.

 

Rüzgar eserken prenses derin bir iç çekti.

 

“Yaşıma göre fazla mı olgunlaştım ki?”

 

Pencerenin yan tarafındaki aynaya baktı.

 

Yansımada, bakımlı gümüş sarışın saçları ile uyumak için hafif bir şeyler giyinmiş bir prenses vardı.

 

Saçlarını topladı ve farklı saç modelleri denemeye başladı. Saçlarını ortadan ikiye ayırdı ve iki taraftan da bağladı, sonra da bunları kendi etraflarına çevirmeye koyuldu. Fakat bütün uğraşlarından sonra derin bir iç çekti ve pes etti.

 

“Dış görünüşüm ile ilgilenmediğimden değil ama… Utanmadan edemiyorum işte.”

 

Otorite ve beraberinde getirdiği sorumluluklar bazen boğucu olabiliyordu. Krallıktaki pozisyonu gereği üzerine çöken yorgunluk anlatılmaz, yaşanırdı.

 

Yapacak bir şey yoktu, ne de olsa dışarıdan prensesin sahip oldukları paha biçilemez nimetlerdi.

 

“Her seferinde bir şeyleri gereğinden fazla derin düşünmeden edemiyorum… Zararlı bir alışkanlık haline bile gelmiş olabilir.”

 

Prenses Penia düşünmeye devam ederken pencereden esen rüzgarın onu okşamasına izin verdi.

 

Aklına yine Ed Rothstaylor gelmişti.

 

Gerçekten de Rothstaylor ailesinin karanlık sırlarını bildiğinden, prensesi kullanarak ailesi ile olan bağlarını mı koparmıştı?

 

Bu pek olası değildi, en azından öyle görünüyordu.

 

Her ne kadar bazı ipuçları göz önüne alınınca mantıklı gelmeye başlasa da… Bu biraz zorlama gibiydi.

 

Fakat hal ve tavırlarının tamamen değiştiği su götürmez bir gerçekti.

 

Ayrıca Lucy Mayreel’den önce altın bilyenin yerini bulmuş ve prensese söylemişti…

 

“Şansa buldu gerek.”

 

Aslında bütün bunlar fazlasıyla yerli yerine oturuyordu. Prenses de bunun farkındaydı ama ancak bu şekilde kendini rahatlatabiliyordu.

 

“Konuştuğumuzda ondan gelen herhangi bir karanlık hissetmedim ama…”

 

Prenses Penia dondu kaldı.

 

Doğu ormanındaki konuşmaları aklına gelmişti.

 

Konuşmanın ne kadar akıcı bir şekilde ilerlediğini gözden kaçırmıştı.

 

Prenses onu gördüğü anda terslemeye başlamıştı.

 

“Defol bu okuldan! Herkes senden nefret ediyor. Sen de bu okuldan nefret etmiyor musun ki? Evlatlıktan reddedildikten sonra benden intikam almak istemiyor musun?”

 

Peki Ed Rothstaylor buna nasıl bir cevap vermişti?

 

Biraz da şaşkınlık dolu bakışlarını Prenses Penia’ya çevirerek inanması zor o kelimeleri söylemişti.

 

“Aslında prenses, size ne kadar minnettarım anlatamam.”

 

Şaşkınlığından duyduklarının arkasındaki anlamı sormak bile aklından çıkmıştı.

 

Ne için minnettar olabilirdi ki?

 

Evlatlıktan reddedilmesinde en büyük rol oynayan kişi Prenses Penia’nın ta kendisiydi.

 

Bir insan nasıl düşmanından minnettar olabilirdi?

 

“…”

 

Prensesin düşünceleri yavaşça sona erdi.

 

Çıtır çatır! 

 

Belli belirsiz de olsa kamp ateşinin sesini duyabiliyordu. Halüsinasyon görüyordu sanki.

 

Prenses o gün pek bir şey görmemişti.

 

Gördüğü tek bir şey vardı, o da kamp ateşi ile ilgilenmekten zevk alan bir oğlanın geniş sırtıydı. 

 

(Ç/N: Öf, baş karakterin omuzlara gel.)

 

***

 

“Foşşş”

 

“Tuttum be!!!”

 

Yedinci balığımı da tutmayı başarmıştım.

 

Aceleyle yaptığım dandik olta beklediğimden daha çok işe yarıyordu. Az önce yakaladığım balık bir çuprayı andırıyordu, yedinci başarılı avımın da bir göstergesiydi.

 

Bu sayede açlığımla boğuşmak ile yetinmektense karnım doyana kadar yiyebilirdim.

 

Görünüşe göre bu dünyaya geldiğimden beri ilk defa gerçekten ‘tok’ hissedebilirdim.

 

Başardıklarımla tatmin olmadan edemedim.

 

“İşte bu ya!”

 

*-*-*-*

Tepki vermeyi ve yorum yapmayı unutmayın. Hadi sağlıcakla kalın.

 

-Efe Philip




tags: Manga Oku Figüranın Akademide Hayatta Kalma Rehberi 6, Webtoon Figüranın Akademide Hayatta Kalma Rehberi 6, oku Figüranın Akademide Hayatta Kalma Rehberi 6 Çevrimiçi, Figüranın Akademide Hayatta Kalma Rehberi 6 Bölüm, Figüranın Akademide Hayatta Kalma Rehberi 6 Bölüm, Figüranın Akademide Hayatta Kalma Rehberi 6 Yüksek Kalite, Figüranın Akademide Hayatta Kalma Rehberi 6 oku, ,

Yorumlar

Bölüm 6